KIRK KÜÇÜK İNCİ

Kirk Küçük Inci Kimlik Konuk Defterim Favori Sitelerim Foto Albüm Önsöz Ögüt Kitaplar Sevgi Dogruluk Vatan Birlik Ana Bayrak Zaman Sorumluluk Yalan Istiklâl  Hürriyet Hayat Deger Verme Söylemez Sultan Ayna Kiskançlik Mektup Can Serenler Eglen Güllü Altin Yaprak Cumhuriyet  Merak Türk Olmak Çiçekler  Umut Yazmak Hasret Güven Türk Mucizesi Okumak Olsaydim Yalnizlik Çocuklar Basari Çagdas Uygarlik Kader Masali Son Söz Mektup



Manzaralar - Animal - Manzara - Çiçekler 

Bu harikaya sahip çıkmak, boynumuzun borcudur.

TÜRK MUCİZESİ

      Uçsuz bucaksız ovalar! Bu ovaların sağından, solundan ya da ortasından kabaran kel tepeler, denizlerimizde görmeyi çoktan unuttuğumuz mavinin en güzelini taşıyan Fırat! Yukarıda rüyâlarınızın, düşündüklerinizin sınırını aşan grimavi gökyüzü. Yer yer yükselen fıstık ve zeytin ağaçlarının dışında, gölgesinde soluklanacağınız bir tek ağacın bile bulunmadığı koca dünya. İşte GAP, bu! Yeşile ve insan sıcaklığına hasret, yalnızlığını yaşıyor.
      GAP’ı bu yalnızlığından kurtarmak, Türkiye’ye açılan Güneydoğu penceresinden yararlanmak için, şimdi bize de daha çok işler düşüyor. Hayâl saraylarının ufkundan gerçeğe yol bulup, umutlarını baraj, tünel ve kanallarla maddîleştiren teknik adam, kendisine düşenin büyük bölümünü tamamlamıştır. Hedefin tutturulmasına, şimdi çok kısacık bir yol kalmıştır. Orada yaratılan pahasız değerdeki yeni dünya, şimdiden dünyanın sekizinci harikası olmaya hak kazanmıştır. Bu harikaya sahip çıkmak, boynumuzun borcudur. Sahiplenme, benim görebildiğim kadarıyla, ek masraf da gerektirmiyor.     
      Yapılacak iş basit: Her şeyimize çekidüzen verip, yeniden yapılanmaya inanmak, neticesinde geleceğimizi kurtarmak, çocuklarımıza da unutamayacakları derecede bir miras bırakmak. Hemen söyleyeyim, şayet şimdiki düzende gidersek, anlayışlarımızı yenilemez ve mantıklı olmazsak, yaratılan harikanın sonu, hüsranla biter. Hayâlden gerçeğe şahlandırdığımız bu yeni dünyanın korkunç tuzaklarına kapılır, yok olur gideriz. Kerameti kendinden menkul, gitgide daha da içinden çıkılmaz hâllere getirip millendirdiğimiz millî eğitim yapımızı, sil baştan ele almalı, “Türk insanına göre, Türkiye için” yeniden ayarlamalıyız.
      Bu konuda düğmeye basmanın zamanı gelmiştir. Böylece ABC öğretirken, kimliksiz ve kişiliksiz insan yetiştirme garabetinden, zahmetinden de kurtuluruz.
      Öncelikle; ilköğretim okullarından sonra gelen, bütün ortaöğretim kurumlarımızı derhal kapatmalıyız. Yerlerine tek yönetimli, fakat Türkiye gerçeklerine göre yapılanmış çok alanlı teknolojik eğitim kurumlarına geçmeliyiz. Bu okullarda da yığılmayı önlemeli, kaliteli insan yetiştirmeli ve kendilerine alanlarıyla ilgili yüksek okullara girme kolaylığı getirmeliyiz. Teknolojik okullardaki öğrenci sayısı, Türkiye’nin yıllık öğrenci ihtiyacından ne bir eksik, ne de bir fazla olmalıdır. Hâlâ yaşadığımız şu yeryuvarlağında, kendi çocuklarına bizim kadar işkence yapan başka bir ülke yok. Okuma özürlülerinin bu kadar bol olduğu bir ülkede yaşamak, yaşamak mıdır dersiniz? Çoklarımızdaki yaldızlı diploma, ancak şerbet içmeye yarıyor, değil mi?
      Tutulacak yol, belli: Sözde herkesi okutuyor gibi rol kesmektense, özde nitelikli adamı gerçekten okutmalı, alanında da modern çağın verileriyle beslenmiş olarak yetiştirmeliyiz. İlköğretim okullarında beş yılını tamamlayan bütün öğrencilerimizi, son üç yıllarında sınıflarda tutup papağanlaştırmaktansa, araziye çıkarmalıyız.
      Doğrusu da budur.
      Nasıl, neyle derseniz, hemen söyleyeyim; bizim devletimiz bunu yapacak güçtedir. “Dağları da, çağları da delen millet”, elbet bunun da çaresini bulur. Sınıflarından çıkardığımız bu öğrenciler, yakından uzağa ilkesiyle harekete geçirilerek, sözgelimi, yurdumuzun ormansız alanlarını ağaçlandırmakla görevlendirilmelidir. Onlar, bu üç yıl içinde, diktikleri ağaçların gözü, kulağı olmalıdırlar. Şayet böyle yaparsak, bilelim ki çok değil ilk on yıl içinde, yurdumuzun her karış toprağı yeşil rengin çeşitli tonlarının baskınına uğrar. Gerisini varın, biraz da siz hayâl edin. O zaman kıraç Türkiye cennete dönmez ve de gelecek kuşaklara bırakacağımız harika bir miras olmaz mı?
      Deneyelim:
      Yaparsak, 21. Yüzyıl’daki Türk mucizesini yaratırız. Aksine davranırsak, çok değil 50 yıl sonra erozyonla dolan GAP barajlarının kıyıcığında, çölleşen Türkiye’ye ağlarız.
      Yaparsak, gerçekten Türk mucizesini yaratır, fakat sadece bakarsak daha çok ağlarız!
      İlkini yapmak er kişinin, ikincisini becermek her kişinin kârıdır.
      Hâlbuki bizim, ağlayacak vaktimiz mi var?

      Oyhan Hasan BILDIRKİ